Film Yıldızı

02 Aralık 2013

“Öz annem” diyorum, “büyük bir film yıldızı ama kim olduğunu bilmiyorum”.

Gözlerini kırpıştırıp anlamsızca bakıyor bana. Arkamdaki aynadan ara sıra kendisini kestiğini farkediyorum. Küstahlığı sinirlerimi bozuyor; aslında şu anda onunla neden konuşmakta olduğumu da bilmiyorum. Bunları neden anlattığımı, daha bir kaç saat önce tanıştığım bir yabancıyla nasıl olup da bu kadar yakınlaştığımı da anlamıyorum. O halde başa dönelim…

On beşinci yaşgünümde babamdan bir hediye alıyorum. Babamın hiç bir yaşgünümde bana hediye almamış olması bir yana hediyeyi bana verirken suratına taktığı o kızgın mı desem ağlamaklı mı desem ne desem bilemediğim ya da belki de artık hatırlayamadığım ifade olayın şokunu daha da arttırıyor. Hediye paketini merakla ve parçalayarak açıyorum.

Küçük bir metal kutu bu. Dikiş kutularından. İçinden tek bir fotoğraf çıkıyor. Hastanede yatağında yatmakta olan bir kadın. Başucunda babam. Kadının kucağında bir bebek. Anneme dönüyorum. Bana dolu gözleriyle sessizce ağlayarak bakıyor. Oturuyorum. Pastadaki mumu izliyorum bi an. Kim bu, kardeşim mi diye soruyorum? Hayır diyor. Annem yanıma oturuyor, beraber ağlıyoruz bi süre, sessizce…

Ertesi hafta tüm okul beni konuşuyor. Kimi acıyarak, kimi özenerek kimisi de iş olsun diye konuşuyor. Ama koridorlardaki fısıltıları duyuyorum, kızların bakışlarını görüyorum. Oysa ki sadece en yakın arkadaşıma söylemiştim gerçeği. Ama bir yandan da acayip havalı bir şey bu biliyorum. Gerçek annesini tanımayan on beş yaşında bir çocuğum ulan ben. Üstelik bunca zaman başka bir kadına “anne” demiş, gerçeklerden bi haber yaşamış on beş yaşında bir adamım. Öfkem hızla geçer ve yerini kayıtsız bir kabullenişe bırakırken o zamana kadar annemle yaptığım her kavgayı kendi içimde aklıyorum ve kazanıyorum. Babamla daha sık tartışıyor ona sesimi daha kolay yükseltir oluyorum. Babam, öz annemle ilgili sorduğum her soruyu yanıtsız bıraktıkça kaygısızlığım artıyor. İçimdeki boşluğu kayıtsızlık duvarıyla örüyorum. Üzülmüyorum, korkmuyorum, şaşırmıyorum ve artık ağlamıyorum. Sonra birdenbire artık kızların sırlarını deşifre etmek için çırpındığı gizem dolu biri haline geliyorum. Herhalde işte o zamanlar ilk kez bunu kullanmayı öğreniyorum.

“Annemi hiç tanımadım ben, öz annemi yani. Ben doğduktan sonra İsviçre’ye akrabalarının yanına gitmiş. Güya babamı da aldıracakmış yanına. Ama sonra hiç haber alınamamış. Babam ne yaptıysa bulamamış. Zaten aslında İsviçre’ye de hiç gitmemiş” diyorum kıza. Kız derin bir iç çekişle ellerimi ellerinin arasına alıyor. Gözlerim doluyor. Karşılıklı ağlarken öpüşüyoruz…

Yirmilerime geldiğimde bu hikayeden sıkılmaya başlıyorum. “Öz annem diyorum” ben küçükken ölmüş.

Annesi olmayan kızlar var. En çok onlar anlıyor beni. Sonra annesi olan ve onu çok seven kızlar var. Onlar da anlıyor beni. Tüm mulu aileler gibi mutlu ailelerin çocuğu olan kızlar da var. Onlar hararetle anlıyor beni. En çok soruyu onlar soruyorlar. Uzun uzun sohbet ediyor geçmişe ve çocukluğuma dönüyoruz. Sonra karşılıklı ağlarken sevişiyoruz…

Sonra askerlik sırasında Türkan Sultan’ın fotoğrafları ile bezeli dolaplarla tanışıyorum. Çarşı izinlerine çıktığımda açıkhava sinemasında onu izliyorum. Kendime bir albüm alıp fotoğraflarını topluyorum. Ona mektuplar yazıyor, uydurduğum adreslere gönderiyorum. Ne bileyim “Bir Kadın Kayboldu seti İstanbul” yazıyorum misal. Ondan cevap almak için yazmıyorum zaten. Yazabileceğimi bildiğim için yazıyorum. Bazen anneme yazar gibi yazıyorum ona, bazen de beni doğuran anneme yazar gibi. Sevgilime yazar gibi yapamıyorum Türkan’a. Neden olduğunu bilmiyorum. Şimdi de bilemeyeceğim herhalde.

Askerlik biter bitmez İstanbul’a döndüğümde ilk iş çarşıdaki kartpostal mağazasına gidiyorum. Ne kadar kadın film yıldızı varsa hepsinin birer tane kartpostalını alıyorum. Kasadaki güzel kız hesabı bitirdikten sonra ona parayı vermeden önce uzun uzun elimdeki kartpostallara bakıyorum. “Öz annem” diyorum, “büyük bir film yıldızı ama kim olduğunu bilmiyorum”.

Öz annem Selma ile otuz yaşımda tanışıyorum. Babamdan sonra yaptığı ikinci evliliğinden üç kardeşim daha olduğunu öğreniyorum. Yaklaşık bir yıl boyunca zaman zaman görüşüyoruz. Hep kırgınlıklar hep hesaplaşmalar hep mi kavgalar yaşıyoruz? Evet.

Sonra bir ramazan bayramının ardından ona sayfalar dolusu mektup yazıp mutfaktaki dikiş kutusunun içine bırakıyorum. Mektubun sonunda diyorum ki: Gitmeseydim bir köpek gibi, sanki utanç, benden sonra da hayatta kalacaktı.

green

gun2

 

 

Leave a Comment