3031

06 Temmuz 2017

BAŞLANGIÇ

Diğerleri onlara ilkel diyordu. Beş kişiydiler. İnsan formunda görünmelerine rağmen değillerdi. Binlerce yıl boyunca göçebe ve yalnız yaşadılar. Varoluşlarını her sorguladıklarında korku ve ümitsizlikle titrediler. Zaman boyutunun yokluğunda acı çektiler. Sevip bağlandıkları her şeyin yitişine tanıklık ettiler.

Onlar için büyük uygarlıklar ve üstün akıllar kozmik bir nehirdeki su damlaları kadar gelip geçiciydi. Neyse ki unutma becerileri vardı. Unuttular…

AREL

Sabaha karşının alacalığına açtı gözlerini. Son zamanlardaki uykusu daha çok kısa süreli baygınlıklar gibiydi. Gün içerisinde birkaç kere başına gelmesi, derin ve karanlık uykulara düşüyor olması, giderek alıştığı bir rutin haline gelmişti.

Yataktan yavaşça süzüldü. Üstündekileri çıkartıp doğruca temizlenme kabinine girdi.

Sıcak hava dalgası tüm vücudunu kapladı ve gözeneklerini açtı. Ardından dezenfektan sıvıya bulandı. Çocukluğundaki banyolarını, suyla oynayışını hatırladı. Bazen bütün o bilgisine ve dehasına rağmen hala anlam veremiyordu. Bu kadar kısa sürede nasıl bu hale geldik? Belli belirsiz acı bir gülümseme dudaklarını silip geçerken, sırtını sıvazlayan süngerler onu kendine getirdi.

Bence bugün konuşmalıyım, neden bekliyorum, neyi bekliyorum ki diye geçirdi aklından. Ortalık yangın yerine dönmüş, belki yarınımız yok. Yeni yetmeler gibi sonsuz zamanım yok ki benim. Bir an önce harekete geçmeliyim…

Ama ne diyecekti ki? Sana aşık oluyorum galiba mı? Çok riskli ve fazla buldu bunu. Senden çok hoşlanıyorum ve bunu bilmeni istedim. Iııh; çok pasif. Belki de sessizce otururuz karşılıklı ve ufak bir öpücük çalarım ondan… Ellerimi beline dolasam. Sarılsam. Seni anlıyorum desem. Bir kez. Onu kucaklasam. Sadece bir kez. Böylece yarım kalan tüm aşklar gibi unutulmaz bir hikayemiz olurdu.

Kadından gerçekten çok hoşlanıyordu ve bir şeyler yapmazsa kontrolsüzce aşka düşmek üzereydi. Bu duygu onu hem korkutuyor hem de heyecanlandırıyordu. Kafasında sürekli adı dönüyordu. Bazı geceler zihninde saatlerce onunla konuşuyor, durduk yere kikirdiyor, bazen de derin bir umutsuzluk ve kalp ağrısıyla kan ter içinde uyanıyordu. Garip bir şekilde kusursuzdu. Onun yanındayken sadece aklı değil vücudunun her parçası ona koşuyordu. Bunun düpedüz akıl dışı olduğunu; karşı konulmaz ve ilkel bir içgüdü olduğunu anlayacak kadar farkındaydı olayların. Bu yüzden sürekli kendiyle konuşuyor kendini düzenli olarak dizginliyor ama elinde olmadan da çoğu zaman bilinçsizce yüreklendiriyordu. Ne var ki kesin olan bir şey varsa o da karşılıksız, umutsuz ve sonu olmayan bir hikayeydi bu.

Kadınla arasındaki tek sorun aralarındaki ast üst ilişkisi değildi. Bulunduğu konumda hayatında sadece bir kişi olabilirdi. Sadece bir kişi ile yaşayacağına yemin eder misin dediler onu işe alırken. O da mutlulukla kabul etti hemen o anda. Dünyanın en güzel hediyesi bu diye düşünmüştü işe girerken. Uluslararası Uzay İstasyonu’nda mühendislik!

Mavi ışık üç kez yanıp söndü. İşi bitmişti. Kabinden çıktı. Giyinirken çoktan Nana’yı unutmuş kafasında o günkü yapılacaklar listesini tartmaya başlamıştı. Çıkmadan yatak odasına son kez süzülüp saatini aldı. Eşini yavaşça öptü.

İNANNA

İnanna’nın kapısı kırılacakmışçasına çalıyordu. Nana! Hemen uyanmalısın! Olağanüstü toplantıya çağırıyorlar. Nana! Çabuk, seni bekliyorum!

Dışarda kıyamet koparken; İnanna yalnız yaşamayı tercih edenlere tahsis edilen on metrekarelik odasında yegane mobilyası olan koltuğunda oturmuş sakince kitabını okuyordu. Asistanı Mari’nin bu bitmek bilmez enerjisini hep takdir ediyor ama onunla sürekli bir kedi fare oyunu oynamayı da çok seviyordu. Bir süre daha paniklesin bakalım diye geçirdi içinden.

Kitabını yavaşça kapadı. Saçlarını topladı. Komodinden yeşil gözlerine uyan bir toka seçti. Üzerinde her zamanki kıyafeti vardı. Beyaz askılı bir büstiyer ve siyah, uzun, dökümlü bir pantolon. Çıkmadan önce aynada bir an kendiyle yüz yüze geldi. Cildi pürüzsüzce parlıyor, gözlerinde her daim yirmili yaşların ışıltısı yanıyordu. Vücudu kusursuz, davetkar ve doğurgandı.

Bu görüntüden nefret ediyordu.

Nana lütfen içerde olduğunu biliyorum! Her yere baktım zaten! Lütfen hadi! Durum çok acil! Mari tam tüm gücüyle kapıya yine abanacakken İnnana aniden dışarı çıktı. Uykuluymuş gibi yaparak biraz da umarsızca: Noldu ne var? Yörüngeden mi çıktık? diye söylendi.

Hayır dedi Mari. Yani tam olarak ben de bilmiyorum. Sadece acil toplantıya çağırıyorlar.

Koridorda hızla yürüye başladılar.

Peki kim? Başkan mı?

Hayır. Yürütme Konseyi.

Emin misin?

Evet kesinlikle!

O zaman durum ciddi

Hem de hiç olmadığı kadar.

Bana hemen Enki’yi bul!

 

BÖLÜM 2

İki nehrin ortasında kızıl bir güneş doğuyor, göğün engin karanlığını yakıp geçiyordu. Kara sular sessizce konuşuyor, durmadan ve yorulmadan ceset taşıyordu uzaktaki körfeze. Güneyin ağlayan kadınları acı verirken uyanık nöbetçilere, gözlerinden dökülen büyüler bulandırıyordu zihinlerini kardeş katliyle.

Savaş meydanının ortasında yükseliyor Enki yalınayak etrafı cesetlerle. Denizin çekilmesi kadar yıkıcı sakinleşmesi de. İşte bilge ve derin ve yaratıcı Enki. Ağzına kadar kanla şişmiş bedeniyle, yutuyor tüm yaşamı varlığında yoksun bir ucube gibi…

ENKİ

Mari’nin sesiyle meditasyonundan geri geldi Enki. Daha o konuşmadan zamanın geldiğini anlamıştı. Demek ki tanrı gerçekten vardı ve ben gerçekten tanrıydım diye düşündü. Yalnız yaşamayı tercih edenlere tahsis edilen on metrekarelik odasında yegane mobilyası olan şiltesinden kalkarak aynaya yöneldi. Makyaj setini alarak yüzüne bir kaç kırışıklık ekledi. Bilge Enki olarak lafını dinletebilmesi için yirmili yaşların pürüzsüz cildi fazla dikkat çekiciydi.

Gülümseyerek kapıyı açtı. Mari dehşetle, Nana sizi bekliyor. Hem de hemen dedi. Sakin ol diyerek karşılık verdi Enki. Bugünün geleceğini biliyordum. Kafamda bir plan şimdiden oluşmaya başladı. Konseyin tamamı katılıyor değil mi toplantıya? Evet tüm konsey ve tüm başkanlar. Hatta bazı önemli bilim adamları da sizi dinliyor olacak. Güzel dedi Enki dünyanın en sıradan sunumunu yapmaya hazırlanan stajyer edasıyla koridora yöneldi.

AREL

Arel çalışma ortamına gelir gelmez Dünya’dan aldığı güncel veriler karşısında şok olmuştu. Sadece dört saatlik olmalarına rağmen bu veriler bu zamana kadar her nasılsa korumayı başardıkları atmosferin giderek incelmekte olduğunu gösteriyordu. Güneş fırtınaları ve Ozon tabakası için geliştirdikleri koruma kalkanlarının bozulmasına imkan yoktu. Hepsi görevini en doğru şekilde yerine getiriyor sisteme düzenli olarak “sorun yok” logları atıyorlardı. Ama işte gerçekler ortadaydı. Defalarca kez kontrol etmesine rağmen düşüş açık ve net olarak ölçümlenmekteydi. Dört saat önce başlayan, yavaş ve tutarlı olarak devam eden bir incelme.

Böyle giderse… diye düşündü ama cümlesini kafasında bile dile getirmekten ölesiye korktuğu için kendini durdurdu. Derhal komutana gitmeliyim. Nana’nın bu verileri görmesi gerek diye söylenerek odadan fırladı.

İNANNA

İnanna konferans odasına girdiğinde karşısında sadece konseyi değil herkesi ve dahi bazı tanımadığı üst düzey bürokratları görünce biraz afalladı. Yine de sakince ana ekrana yönelip oturumu yürüten başkan Teresa’ya merhaba demeyi başardı. Terasa bilmem kaçıncı estetik operasyonunu geçirmiş ve iyileşme sürecindeydi. Normal şartlarda konsey yılda sadece iki kere toplandığı için ve bir sonraki toplantıya daha dört ay olduğuna göre operasyon için doğru bir zaman diye düşünmüş olmalıydı. Ne var ki işte şimdi Dünya’nın kaderine hükmeden yüzlerce insanın karşısında bandajlarıyla dev ekranda İnanna’ya durumu anlatıyordu:

İnanna merhaba. Maalesef bu acil durum toplantısını seninle çok önemli bazı olayları paylaşmak için gerçekleştiriyoruz. Dünyamız son dört saatte tarih boyunca hiç yaşamadığı ve yaşanma ihtimali – yavaşça yanındaki birine dönerek bir şeyler fısıldadı – on üzeri yüz kırk iki bindebir olan bir olayı yaşadı.

Kuveyt’teki parçacık deneyleri yaptığımız laboratuvarda olağanüstü bir sonuç elde edildi. Biliminsanlarımız helen üzerinde çalışıyor ama bir dizi olayın neticesinde, herkesin, özellikle de biz politikacıların rahatlıkla anlaması için söylüyorum; yeni bir element ortaya çıktı.

Ortaya çıktı ifadesini özellikle kullanıyorum çünkü icad edilen, yaratılan, oluşması beklenen bir durum değildi bu. Aslına bakarsan az önce söylediğim gibi on üzeri yüzbinlerle ifade edilen bir olasılık idi bu ve olması imkansızdı.

Ortaya çıkan bu element bir çeşit kanser gibi havamıza saldırdı. Temelde yaptığı şeye atmosferin dengesini bozmak ve oksijeni azaltmak diyebiliriz. Tam burda ufak bir nefes aldı Teresa. Peki ama biz zaten oksijen yapabiliyoruz burdaki teknolojimiz yeterli değil mi sorunu düzeltmeye dedi İnanna. İnanna, Dünya’daki yapay ormanlar henüz bu seviyedeki bir kaybı karşılayabilecek kapasitede değiller diye yanıtladı Teresa. Ama zaten tek sorun oksijen değil elbette.

Bu element atmosferdeki Azot ve Karbondioksit oranını da değiştiriyor. Deniz seviyesindeki basınç son ölçümde bir kilogramın altına düşmüştü. Atmosfer basıncı azalıyor. Daha üst katmanlarda ise kayıp logaritmik olarak artıyor ve çok daha hızlı ilerliyor. Yani herkesin anlayabileceği bir şekilde ifade etmek gerekirse; atmosferimiz inceliyor.

Teresa’nın bu cümlesinden sonra ekranlardan büyük bir uğultu yükselmeye başladı. Belli ki görüşmeye katılanlardan bir çoğu da bu haberi onunla birlikte ilk kez alıyordu.  Teresa diğer katılımcıların kanallarını kapattı.

İnanna farkedeceğin üzere bu çok yeni bir durum ve aslına bakarsan gerek Yürütme Konseyi’nin bazı üyeleri gerekse bir çok başkan bunu ilk defa duyuyor. Önümüzdeki bir kaç saat bu konuyu herkese ve dünyanın geri kalan karar mercilerine açıklamakla geçecek. Senden istediğimiz istasyonun bin beş yüz personeli ve halihazırdaki olanaklarıyla neler yapabileceğinizi araştırman. En nitelikli uzmanlarımız seninle. Ayrıca elinde bir de Enki var. Onun ne diyeceği de büyük önem arz ediyor. Dünya saatiyle GMT 18:00’de tekrar aranacaksın. Üç saat sonra görüşmek üzere. Teresa İnanna’nın karşılık vermesini bile beklemeden görüşmeyi sonlandırdı.

Şaşkın ve ne yapacağını bilmez bir şekilde koltuğuna yığılan İnanna Arel’in sesiyle irkildi. Nana seninle acilen paylaşmam gereken çok önemli veriler var. Durum çok ciddi!

İnanna mecburen kendine gelerek Arel’e döndü ve o kısacık anda Arel’i gördü.

Arel terden sırılsıklam olmuş, üstü başı dağılmış, sanki akşamdan kalma bir halde gibiydi. Kıvırcık saçları alnına düşmüş gözlerine düşen dehşet ifadesi yine de gözbebeklerindeki ışığı gölgeleyememişti. Onca ciddiyetin altında işte ürkek bir oğlan çocuğu yatıyor. Öte yandan yapılı ve güçlü bir vücudu vardı. Bir şekilde güven veriyordu.

Şimdi şu anda alsam seni ve yanağına bile olsa küçük bir öpücük kondursam utancından kıpkırmızı olursun di mi diye düşündü.  Arel, ah Arel. Onunla neredeyse on yıldır beraber çalışıyordu. Karısını bile İnanna seçmişti. Ama işte;

Onu hiç bu kadar çekici görmemişti.

Arel İnanna’nın dalgınlığına bir anlam veremedi. Ama bunu kafasında işleyecek zamanı yoktu. Nana atmosfere bir şeyler oluyor. Şu verilere bakar mısın? Hiç bir anlam veremiyorum. Her şey çıldırmış ya da ben çıldırmış olmalıyım. diye öne atıldı. Hayır verilerin doğru dedi İnanna. Ona Teresa ile yaptıkları görüşmeyi aktarmaya başladı. Duyduğu her cümleyle daha da koltuğa yığıldı Arel. Böylesine bir yıkım. Böylesine büyük bir yıkım…

Yüzyıllardır Dünya’nın yaratıcı ve iyileştirici gücüne inanmıştı insanoğlu. Onu tüm kaynaklarıyla tüketirken bile bir şekilde kendi kendine düzeleceğini düşünüyordu. Öyle de yapıyordu aslına bakarsan. Ozon tabakası 22. Yüzyıl’da tamamen yenilenmiş ve delik ortadan kaybolmuştu mesela. Aynı dönemde devasa çöp yığınları ve atık sorunlarını nanobotlarla çözmüşler ve geri dönüşümle ilgili problemleri petrol tabanlı üretim unsurlarının tamamen ortadan kalkmasıyla tamamen ortadan kaldırmışlardı. Ancak esas devrim sentetik ormanlarla gerçekleşmişti. Fotosentez yapma becerisi olan bu laboratuvar ürünleri insanların ormanlaşma süreci için asla olmayan zamanlarını onlara kazandırmış Dünya’yı mutlak bir ölümün ucundan döndürmüştü. Peki ya şimdi? Şimdi bir kaç hayalperest fizikçi mastürbasyon yapsın diye geliştirilen bir ortamda geliştirilen pardon ‘ortaya çıkan’ belirsiz bir element yeni bir tehdit olarak karşılarında duruyordu.

Enki ve Mari odaya girdiklerinde Arel’i kendinden geçmiş bir şekilde İnanna’ya teoriler ve kurtuluş yolları anlatırken buldular. İnanna koltuğuna yığılmış tam anlamıyla süzerek dinliyordu Arel’i. Ve tabii bunu sadece Enki farkediyordu.

Bir an kapıda duraksayan Enki, odaya yüksek bir giriş yapmaya karar verdi. Böyle dramatik anları çok seviyordu. Eski bir alışkanlıkla sesini olması gerekenden çok daha fazla yükselterek yüzünde gerçek ve kocaman bir gülümsemeyle adeta büyük bir orduya seslenir gibi seslendi odaya.

Korkmayın! Dünyanın en güzel günleri işte şimdi başlıyor.

Cebinden bir bellek çıkartarak ekrana gelirken koridorda yaptığı grafikleri yansıttı:

Nana sana kıyameti takdim ediyorum!

 

BÖLÜM 3

Kanat açıklığı beş yüz metreye varan güneş panellerinin ortasında sadece dört metrekarelik tabut gibi kabiniyle Prometheus, yaşlı gezegenin ilk yıldızlararası gezgini An’ı taşıyordu.

Hibernetik uykusunun yüz elli üçüncü yılındaki An’ın Alfa Centauri’nin cüce gezegeni Proxima’ya olan yolculuğu yaklaşık altı yüz yıl daha sürecekti.

Yolculuğu boyunca geçen onca zamanı asla hatırlamayacaktı An. Yolculuk boyunca gördüğü rüyalarını da öyle.

Aklında kalan son anısı Enki ve İnanna ile vedalaştığı o ıssız göle aitti.

Ölmek istiyorum artık, yok olmak istiyorum ya da başka bir forma bürünmek istiyorum demişti onlara. Unutma becerimi kaybetmeye başladım çünkü. Unutamazsam nasıl yaşarım? Artık uzak yıldızların soğuk tebessümleri daha yakın bana tüm bu kargaşadan. Artık insan olmaya çabalamaktan çok daha kolay ölümü aramak. Belki de orda bulacağım huzurlu uykuyu.

genç bir ölü, çırılçıplak ruhu uykulu

Ve zihni kozmik bulutlarla yıkanmış…

Güzel tabutuna yağmur gibi yağıyor zaman,

Evrenin örtüsünde, solgun çölde uzanmış…

Gözbebekleri artık büyümüyor açlıkla;

Elleri iki yanda, sakin, umutla dalmış uykuya

Yalnız omuriliğinde iki küçük hücre var

Durmadan cam yapıyor bilgiç parmaklarıyla

 

ENKİ

Enki dev ekrana yansıttığı grafiklerin ortasına daldı.

Inanna sana yeni elementten bahsettiler değil mi?

Evet? Hani şu atmosferi kemiren?

Evet! diye heyecanla atıldı Enki. Yalnız söylemeyi atladıkları bir şey yok mu sizce de? Bütün o çözülen oksijen ve azota ne olduğuna dair?

Boş gözlerle “bu soru hiç aklımıza gelmedi ki” diye baktılar Enki’ye.

Ben de öyle tahmin etmiştim dedi Enki. Grafiklerin ortasına havada bir zoom yaparak parçalanan atomların aldığı yeni formu simule etmeye başladı.

Arel’in ağzından belli belirsiz bir küfür döküldü. Mari zemine öylece yığılıp kaldı. Ufka doğru bir uydu atmosferde yanarak yok olurken İnanna, bu gördüğüm Asetilen mi diye haykırdı.

Evet dedi Enki neşeyle. Ve yoğunluk olarak %2.5 orana ulaştığı andan itibaren patlamaya hazır olacak kendileri. Sonrasında da oluşabilecek tek bir kıvılcım, atmosferdeki tek bir statik elektirik atlaması atmosferin tamamen yanmasına sebep olacak.

Arel sanki son nefesini veriyormuşçasına fısıldadı.

Peki şu anki oran nedir.

Enki koca bir sırıtış eşliğinde ekrana anlık olarak takip ettiği yüzdeyi yansıttı: %1,00013

İşin kötü tarafı rakam her geçen saniye giderek artıyordu.

MARİ

Mari bu kahrolasıca uzay istasyonunda göreve başladığından beri onu hayatta tutan tek bir varlık vardı: İnanna. Ne zaman nasıl ve hangi ara ona bu kadar aşık olduğunu hatırlamıyordu ama her an ve her dakika yanında olmak istemesi kesinlikle kendi suçu olamazdı.

Nana’nın teninden yayılan ışık ve o karşı konulamaz garip koku… Onu öylesine bir tutkuyla seviyordu ki bu işe bazı kimyasalların karıştığından neredeyse emindi. Nana ise kendine o kadar çok güveniyordu ki ilk sevişmelerinde kendiyle ilgili tüm sırları anlatmıştı Mari’ye:

Nana ve Enki; An, Dünya ve Marduk’la beraber İLKEL’leri temsil ediyorlardı. Kendilerinden önceki varlıklara ilişkin bir anıları olmadığı gibi genellikle çekirdek anılar hariç yaşadıkları yüzbinlerce yıllık hayattan çok fazla detay hatırlamıyorlardı. Ölümsüzdüler, en azından şu anki fizik koşullarında. Temel besinleri de insanlardı. İnsan ruhu.

Çocukları vardı binlerce. “Ama yalnızca bizim kötü birer kopyalarımız olmaktan öteye gidemiyorlar” demişti Nana. Çünkü ölümlüler ve açgözlülerdi. Yine de elinde değildi Nana’nın. Sürekli yenilerini yapıyordu.

Tapınılası tanrısal yetenekleri vardı her birinin. Örneğin aşk için yaşıyordu Nana. Aşk onunla beraber doğmuştu zamana. Onunla beraber girmişti kitaplara. Onunla beraber varolmayı sürdürmüştü Enki’nin başlattığı bu bilgelik çağında.

Aramızda en çok uzak durman gereken Enki’dir demişti Nana. Enki’nin soğuk ve tartışmasız bir bilgeliği vardır. Matematiğin ve fiziğin varlığıdır O. Bildiğin tüm önde gelen fizikçiler onun çocuklarıdır. Ne kadar çözerse evrenin gizemini açgözlülüğünden ve geçmiş katliamlarından o kadar arınacağını sanır. Ama bunca yıl sonra görüyorsun ya bak geriye ruhsuz bir yıkıntı kaldı Enki’den. Onun savaş meydanlarındaki haykırışlarını özledim. Hem de çok.

Marduk’u binlerce yıldır hiç görmedim. Nerede olduğu hakkında hiç bir fikrim yok. En büyük ve en çok gurur duyduğu Maya kıyımından sonra asla bir araya gelemezdik onunla. Hepimiz tarafından dışlandı ve sürüldü Sibirya ormanlarına. Geyik kanıyla beslendiğini, devasa ağaçların köklerini emdiğini duymuştum en son.

An ise bildiğin üzere gerçek bir Star! Onun dışında hiç bir varlığın altından kalkamayacağı büyük macerasında yol alıyor. Hayır asla özlemiyorum onu. Hayır asla bir daha hatırlamak da istemiyorum. Unutma becerim varken bir kaç yüzyıl içerisinde unutmayı planlıyorum kendilerini. Zaten yakında bu görevi bırakıp çiftçiliğe döneceğim. O zaman işte gerçekten gündemimden sonsuza kadar çıkacak değerli An’ınız.

Peki ya Dünya? demişti Mari.

Nana’nın ağzından çıkan her kelimeyi kutsal bir kitap metniymişcesine o anda ezberlerken. Nana’nın gözlerindeki galaksilerde kaybolmuşken ve onun kendiyle beslenişini hayranlıkla izlerken. Ona verdiği her ne ise Nana her alışında karşılığında sonsuz bir orgazm vaadediyordu Mari’ye.

Dünya mı? Kocaman bir kahkaha attı Nana. Yaşlı bir kocakarı artık. Hayır gerçekten yaşlı. Ki benim en eski anılarım onunladır. Onu ilk tanıdığımda kucağında yatıyordum. Anne diyebileceğim kadar yakın hissettiğim tek varlıktır o bu hayatta. Ama tüm enerjisini canlılar için harcamak gibi garip bir huyu vardır onun. Nerde ne yaptığını neye dönüştüğünü yüzbinlerce yıldır bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum aslına bakarsan. Kendi çukurunda kaybolasıca Dünya. Koca bir gezegene kendi ismini verdirecek kadar bencil Dünya. Koca bir gezegeni yöneteceğini düşünecek kadar da küstah Dünya…

Mari Nana’yla beraber olduğu o bir kaç saat içerisinde on yıl kadar yaşlanırken artık üç şeyden sonsuza kadar emindi: Nana’ya olan aşkından. Nana’ya olan koşulsuz itaatinden. Nana’ya olan öfkesinden.

DÜNYA

Yaşlıydı. Kaç yaşında olduğuna dair hiç bir fikri olmamasına rağmen yaşlı olduğunu biliyordu. Yorgundu aynı zamanda. Tüm o kaosu düzene oturtmaya çalışmaktan, yeni türler yaratmaktan, bazı türleri yok etmekten yorgundu.

Çocuklarının aksine onlarla beslenmek yerine ruhlara hayat veriyordu Dünya. Onları kuşatıyor, seviyor ve severek ölüme terk ediyordu Dünya.

Unutma becerisi ona bahşedilmeyen Dünya.

Tüm acılarıyla yüzleşen, onlarla yaşayan onlarsız yaşayamayan Dünya.

İşte şimdi oturmuş gölgesinde zamanın

Ciğerlerinden çıkan zehri tüm gücüyle içine çekiyor Dünya.

Her nefesinde iki şeyi birden hatırlıyor.

Ölümü

Ve çocuklarını.

Nasıl ki ölmek üzere yatağında uzanır bir yaşındaki bir çocuk yüzünde gülüşüyle. Öyle masum ve heybetliydi Dünya.

Ben sadece varlığımla kutsadım sizi. İşte şimdi gidiyorum. Beni gülerek ve umutla hatırlayın. Masum olduğumu biliyorsunuz çünkü. Gerçek olduğumu da. Asla yaşanmamış anılarımızın hatırına gidin. Gülümseyerek gidin.

Çocuklarım! Sevgimi paylaşamadım diye üzülmeyin. Kendimden bir parçayı size nakşettim çünkü. Sırf siz sonsuzluğa uzanın ve yaşamın kutsal enerjisini yayın diye.

Enki, İnanna, Marduk ve An! Sadece sizler beni tekrar ve tekrar ve tekrar yaşabilirsiniz.

Sadece sizlere bahşedildi ölümün o sır’rı.

Leave a Comment