14 Nisan 2020
Salih sıradan bir akşam üstü parkta otururken kendini ona öldürücü bir virüs bulaşmış; ateşler ve acılar içinde kıvranırken hayal ederken buldu.
Çevresinde hiçbir dostu yoktu ve o hastane odasında boğazından aşağıya inen borularla; dudakları çatlamış, göz yaşları kurumuş, ağrıdan gözlerini açamaz halde yatarken aldığı her nefeste göğsüne saplanan iğnelerin yarattığı sonsuz ve karşı konulamaz acıyı hissediyordu.
Düşünsene dedi. Nefes almak bir refleks. Ve aldığın her nefeste acı çekiyorsun.
Bunu istiyordu.
Düşünsene dedi. O kadar bulaşıcı ve tehlikelisin ki sana bakmaya gelen doktorların giydikleri kıyafetlerden yüzlerinin neye benzediğini bile bilmiyorsun.
Artık kimseye selam vermek zorunda değilsin. Artık çalışmak zorunda da değilsin. Artık yapman gereken tek şey o saf acının tadını çıkarmak.
İnsanlık kavramına dair üretilen hiçbir eylemden sorumlu değilsin. Sevmen, sevilmen, kitap okuman, üretken olman, çocuk büyütmen, futbolla ilgilenmen ya da oy vermen, kara cumalarda ya da diğer özel günlerde alışveriş yapman…
Yapman gereken tek şey yatakta uzanmak. Acı çekmek.
Ve bir sayıya dönüşmeyi beklemek.
Salihin önünden koşarak bir kadın geçti.
Salih yine parkta olduğunu hatırladı. Parktaki eşyaları saymaya başladı. Beşe kadar sayarsa bu senaryonun sonlanacağını, tekrar ayağa kalkıp yürüyebileceğini umuyordu.
Şurda bi kaydırak var
Şurda bi salıncak
Burda bi bank
Şurda da çimenler.
Parka gelmezdi ki Salih. Parkta ne işim var diye düşündü. Dışarı çıkarsa kendisini daha iyi hissedeceğini düşünmüştü.
İnsan da doğanın bir parçası değil mi?
Makinelerin arasında kendini görüyordu. Yandaki körük düzenli hareketlerle ciğerlerine hava pompalıyor her saat başı kolundaki bant şişerek tansiyonunu ölçüyor sonra sakince gevşiyordu. Parmağının ucundaki kıskaç düzenli olarak kalp atışlarını monitöre raporluyordu.
Bip fısss, bib fısss, bip fıss…
Elinin altında bir düğme, düğmenin ucunda bir hortum, hortumun bittiği yerde de morfinin asılı olduğunu hayal etti.
Düğmeye her basışında bir doz morfin doğrudan damarlarına veriliyordu.
Düğmeye yarım saatte birden fazla basamıyordu. Bassa bile morfin gelmiyordu.
Bunu ona söylemişlerdi ama o aklına geldikçe yine de düğmeye basıyordu.
Bir köpek gelip ayak ucuna oturdu. Grileşmiş ve keçeleşmiş tüyleri, biri ucundan kesilmiş düşük kulakları ve kan oturmuş gözleriyle burnunu hafifçe eline vurdu köpek. Sonra da derin bir iç çekişle Salih’in ayakları altına yığılırcasına yattı.
Elini cebine attı. Dikiş aralarından birkaç leblebi geldi parmaklarına. Avucuna koyup köpeğe uzattı. Köpek leblebiyi kokladı. Salihin avucunu yaladı bir kaç kere ve leblebiyi almadan tekrar yattı.
O kadar yoksulsun ki. Her şeyin tadını unuttun. Tadını bırak dedi. Dokusunu hatırlamıyorsun. Ağzına çilek verseler şimdi; çıtırtılardan korkar tükürürsün. O kadar yoksulsun ki dedi Salih, ölmeden önce görmek istediğin tek bir kişi bile yok.
Sesli güldü. Hatta ölmeden önce bir yüz görme şansın bile yok.
Yüzünde koca maskesiyle, siperliği ve tulumuyla gelen bir yaratık çekecek fişini.
Günün sonunda da seni kireçleyip bir toplu mezara gömecekler.
Ne güzel bir son.
Yoksulluğun paradan bağımsız olduğunu hatırladı Salih.
Ölüm de en çok yoksula yakışıyor zaten dedi; kendine atanacak sayıyı merak etti.
Şurda bi kaydırak var 1
Şurda bi salıncak 2
Burda bi bank 3
Şurda çimenler 4
Şurda yatan ve sonsuz bir çabayla kımıldamadan duran bir adam. 5
© 2025 enderayna.com | Powered by Sodamedya Interactive
Leave a Comment